5 Temmuz 2012 Perşembe


“Çocukken zillere iki kere basıp kaçardım…”
-Postacı-

            Geçen yaz:

Klimanın kumandasını kaybetmiştim. Lanet olası sıcaklar ve lanet olası fedarallerle uğraşırken bir de bu çıkmıştı başıma. Sandalyeyi çek, üstüne çık, klimanın üstündeki tuşa bass… Çok yorucu bi işti bu. Zaten doların yükselen seyrini koruması ruhumu bunaltmıştı, üstüne bir de bu çıkmıştı başıma… Nasılsa kumanda bi yerden çıkar diye servisi arayıp yeni bi kumanda satın almıyordum. Kim bilir belki de, nasılsa param yetmez diye servisi aramamış da olabilirim...

Geçen yaz bu ve buna benzer monotonlukta geçmişti işte…

            Bu yaz:

            Bu yaza bir nikah şahitliği ve bir kirvelikle girdim. Meğer ne kolay işlermiş bu manevi işler… şimdi size kendi sünnetimi anlatmadan önce geçen hafta Kemal Özkan sünnet sarayında yaşadığım diyaloğu aktarayım…

Ben: Çocuk denize girebilecek mi şimdi
Fenni Sünnetçi: Bi kaç gün sonra girebilir…
B: Ya o değilde bi şey sorcam. 16 sene önce de siz mi kesiyodunuz?
F.S: Evet.
B:ya Bende burda olmuştum da, galiba siz kesmiştiniz.
F.S: Doğrudur, memnun musun bari?
B: Evet. Yani ehem öhöm kem küm…


Evet!.. Fenni sünnetçi amcaynan böyle bi diyalog geçti aramızda. Adam sünnetçi ya, kestirmeden gidiyo konuşurken... Kötü şaka bi yana, harbiden de insan bi garip oluyo beya. yıllar önce buhran içinde mabedinin kesildiği yerde, yine aynı adamla, yine aynı havayı soluyarak, bu sefer daha bi olgun, daha bi olayı kabullenmiş konuşmak. Vay be!.. bi de adam utanmadan çocuklara beni örnek gösterip gururlanmasaydı iyiydi. Yiğidin malı meydanda olur da, benim adım yiğit değil ki?.. bu kötü espriyi de geçelim ve size kendi sünnetimi anlatayım...

            1992 Yazı:
           
            İlk olarak, arkadaşlarla en uzun işeme yarışlarından birinde anlamıştım bende bir fazlalık olduğunu. Kankam Tarık’ın pipisi mantar şeklinde benim ki ise, deniz anası şeklindeydi. Tarık’a benim ki niye böyle diye sorduktan sonra, babacan bi tavırla, -ki kendisi o zaman 8 yaşındaydı” sünneti izah etti… O gün sanırım dedemin rakısından gizlice içtiğim ilk gündü. Resmen yıkılmış, viran olmuştum. Hani dedem eve gelmiycek olsa şişeyi komple içecek haldeydim. Gerçi içtiğim o iki yudum bile zil zurna sarhoş olmama yetmişti. ama olsun, 70’lik ayrı, “yetmiş”lik ayrıydı en nihayetinde. İnsanın kederli olunca alkole neden sarıldığını şimdi bile anlayamasam da o zamanlar bi ibnelik olduğunu sezmiştim…

            Artık kaçamazdım. Bir gerçeği daha öğrenmiştim şu hayatta. “o pipinin kafası uçurulacak” evet acı ama gerçekti. Töreler çoluk çocuk dinlemiyor itiraz, gözyaşı ve dramatize kabul etmiyordu. Büyükler kan istiyordu… Tarık, yaz tatilinden istifade köyde sünnet olmuş. Aile böyle uygun görmüş.Bütün köy, düğün, dernek orada, hazır bulunmuş. Anlattığına göre bunu usturayla kesmişlermiş ve hiç ağlamamışmış. Oysa ben yalan söylediğini biliyordum. 8 yaşındaki bi çocuğun gözlerindeki o yaşamışlığı gördüm onun gözlerinde. Neşe içinde anlatırken o günü, gözleri ele veriyordu aslında o gün yaşadığı Acıyı, tarif edilemez korkuyu, gıdıklanmayı, bi daha çalışacak mı acaba endişesini vs…

            1996 Yazı:

            Artık geceleri uyuyamaz olmuştum. Dedemin parasızlıktan rakı alamadığı gecelerde, teyzemin ojelerini kokluyor, ancak ancak öyle uyuyabiliyordum. Kaç kez dayımın söndürdüğü izmaritleri yakmadan içtiğimi ise hatırlamıyorum bile. İyice koyvermiştim. Buhran içinde geçen 4 yılın sonunda kaçınılmaz son gelmişti. Kemal Özkan sünnet sarayında, düzenlenen toplu sünnet törenine bizde davet edilmiştik. Buyrun gelin beleşe keselim diyorlardı. Annem, kendi imkanlarımızla ancak 20’li yaşların sonunda filan  sünnet olabileceğimi anlayınca, bu davete “Evet” demişti... Erkek kardeşim Peyami, nam-ı diğer Ramazan’ın (Peyami ismini sevmediği için 7 yaşında kendine Ramazan adını verdi. Bugün halen bu isimle anılır.) ve benim işimi aynı gün bitirmeye karar vermişlerdi. Benim yüzümden garibim Ramazan’ında canına kıyıcaklardı. En azından böyle bi şeyden önceden haberi yoktu. Benim gibi zorlu geceler geçirmemişti. Halen de olayın farkında olduğundan şüpheliyim ya neyse.

            Haberi duyduğum gün 4 ağaç, iki sandal, bir tramvay kaçışı denemelerimden sonra dayım tarafından kıskıvrak yakalanmış, karga tulumba eve getirilmiştim. İlkokul arkadaşım Yetiş’in annesinden alınan emanet sünnet kıyafetlerini zorla üzerime giydirip, beni ve kardeşimi fotoğrafçıya götürmüşlerdi. Fotoğrafçının çatısından kaçmaya yeltenirken yine dayım tarafından yakalanmış, işgüzar fotoğrafçı ilkay abi tarafından da bu durum fotoğraflanmıştı. Halen dayımın evinin duvarındaki kahramanlık fotoğrafları arasında en başta yerini korur. ( Tahmin ettiğiniz gibi diğer fotoğraflar da önceki kaçma denemelerimden oluşuyor ki, o anlarda İlkay Abinin oralarda ne aradağını halen çözebilmiş değilim.) güç bela da olsa kardeşim ve benim fotoğraflarımız çekilmiş, hatce teyzem ve ekibi eşliğinde olay yerine doğru yola koyulmuştuk. O gün o sünnet sarayına girdiğimde, her müslüman erkeğin, aslında erkekliğe adım atmaya, "geri adım" atarak girdiğini görmüştüm. Olayın başından sonuna kadar, parmağını emerek takılan kardeşim hariç, bütün çocuklar kaçış planları yapıyordu. Bizi oynayalım diye piste saldıklarında, çoktan 12 kişi bir olup, kaçma planını yapmıştık. Plana göre, önce sünnetçinin elindeki usturayı alıcaz, kardeşimin gırtlağına dayayıp, öldürürüz valla diyip, ordan sakince çıkıp, sokağa çıkınca çığlık atarak kaçıcaktık. Planımız kesicek aletin ustura olmadığını öğrenene kadar mükemmel işliyordu. Ben kardeşime kendi parmağımı emdirerek yanımdan ayrılmasını engelliyor, diğer çocuklar ise, sünnetçinin usturasını çıkarmasını bekliyorlardı. Fakat sünnet merasimi başladğı halde halen ustura ortalarda gözükmüyordu. Hepimiz sinsice etrafta ustura bakınırken, 360 derece dönen sıralı koltuklara binirilmiştik bile. Sırası gelene iğne yapıyorlardı. Birinci iğneleri olmuştuk, ikinci iğne için sıra bana gelmek üzereydi ve halen ortada bir ustura yoktu. Hepimizi bir telaş basmış, kusursuz işleyen planımız sallantıya girmişti. Ve derken 3. kere sünnetçinin önüne geldiğimde, sünnetçi amca (Kemal Özkan’ın en eski adamı galiba) sıcak bi demir çubukla pipimi “Cısss” diye kesmişti. Ben, hiç acımadığı halde çığlık atmıştım. Ben çığlık atınca diğer çocuklar planımızın suya düştüğünü anlayıp, çığlık atmaya başlamışlardı.… Meğersem yeni teknolojiyle beraber artık ustura ile kesilmiyormuş. Ve bunu geçte olsa öğrenmiştik…

            Yıllar sonra memnum olduğumu belirtip, orada kirvelik yapacağım kimin aklına gelirdi?..

            Not: Bu hikaye'de Babamın nerde olduğunu merak ettiyseniz, merak etmeye devam edin. bu yaştan sonra dayak yiyemem...

           


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder