24 Mayıs 2012 Perşembe

Giriş, Gelişme, Sonuç...


“Karacoğlan der ki; halimiz Nietzsche”

Kısaca Ben:
            İstanbul’un ileri gelen ailelerine kapı, geri gelen ailelerine bitişik nizamda komşu olan bir evde, 1985 senesinde doğmuşum… O zamanlar annem ev doçentiliği, babam çakma parfümcülük, teyzem bekarlık, dayım öğrencilik, dedem ise köyde mangalcılıkla uğraşırmış… (dedem 12 sene önce mangal dumanından zehirlendi, ama ölmedi. 11 sene önce gözüne kor kaçtı ve geçici görme bozukluğu baş gösterdi. Bi gün kasabaya emekli maaşını çekmeye giderken, evin merdivenlerinden yuvarlanıp rahmetli oldu) …Ben çekirdek ailenin ilk tohumuyum, benden sonra kardeşim peyami, ondan sonra da kız kardeşim,  safa geldi… ilk ve ortaokulu, Artvin’de, anaokulu çorumda, üniversiteyi ise istanbul’da okudum. Lise yıllarına dair aklımda hiçbir anı yok. Hatırlarsam bi gün yazarım… Ama ben size 0-3 yaşımı anlatacağım…

            Avukat olan diğer dayım ben doğduğumda çok sevinmiş, o heycanla tutmuş beni baroya kaydettirmiş. İlk inga’yı 1, ilk agu’yu 2 ve ilk pipi’yi 128 günlükken söylemişim. Ama halen “İstanbul barosu” diyemiyorum mesela… İsmimi babam, göbek adımı kaynanam koymuş.


Büyümek:
Ergenlik döneminden insanlık dönemine geçişte en sıkı durum sanırım artık hayallerin para etmiyor olmasıydı. Ama durum bazen değişebiliyor. Mesela ben hep boş konuşuyorum diye insanlar beni kıskanıyor. İnsanlık sürecimi tamamlamadığımı, olgun dönemi meyvelerimi sadece kızlara verdiğimi söylüyorlar. Olsun, hiçbir kitap girişinde hakkımda, “sundurmanın altında boş konuşuyordu” diyemiyceklerdi. “balo’nun en boş konuşan adamıydı da diyemiyceklerdi. Kendi dünyalarına beni alamıycaklardı. Ve bu yüzden kıskanıyorlardı özgürlüğümü. Bende mütevazi değilimdir pek. Aklıma geleni susarım icabında…

Neyse beni geçelim şimdi…

Kısaca Sen:
            Gözlerin, “Gençfenerli”, ellerin sanki “Ultraslan”, saçların “Çarşı”. Hamsi balığı gibi “Çılgınlar” dudakların.  Dört büyük gibisin yavruş, Dört mevsim de, tek sezonsun…

Kısaca O:
            O, şimdi; Bir Atilla İlhan şiirine konuk aşık…

Sizi ve onu da geçelim…

İlişkiler:
En az iki kişi arasından geçen sevişmeli veya sevişmesiz diyaloglar bütünü. Hayatta en çok neyi seviştiyseniz onu yapın. çünkü dişleri çürükte olsa, vampirse eğer bir insan, vampirdir. Bunu da kenara not etmeyin.

Kadınlar için Erkekler:
Basküldür. Evet, bildiğiniz baskül. Kadınlar tarafından potansiyel baskülüz biz. “sence kilo almış mıyım?..” “ay sence kilo vermiş miyim?..” ulan git bi tartıl be kadın. Tamam anladık sözlü olarak tatmin istiyosun, iltifat istiyosun ama yüzeyseliz birazcık biz. Şunu da bi anlayıverin be ya…

Erkekler için kadınlar:
Mezuradır. Evet bazen öyledir…

Neyse bunları da geçelim… size kısa bir anımı anlatarak veda ediyim…

            Günlerden perşembeydi, saat 18.30 suları… beşiktaş iskelesinde neşeli bir telaş vardı. İnsanlar ellerinde laptop çantaları, ekmek poşetleri vs. üsküdar motoruna doğru koşuşturuyorlardı. Bende koşturuyordum. Koştururken en sevdiğim şey sakız çiğnemekti. Elimi cebime attığımda gıdıklanmış gibi hissettim kendimi. Arkamı döndüğümde niye böyle hissettiğimi anladım. Arkadaşım Nazif, uzaktan beni görmüş, taa yanıma gelmiş, arkamdan el şakası yapmıştı.

-Naber nafiz?
Dedim…
-İyi senden naber?
Dedi… (Bu, -dedim, dedi- muhabbetine de hastayım, anlamıyoruz sanki dediğini de neyse. Bazı kitaplrda öyle oluyo, napalım. Bu bir kitapmış gibi davranmayın siz yine de. O parmağınızıda burnunuzdan çekin…)

Ben cebimde olan elimi usulca çektim ve sakız poketimin boş olduğunu fark ettim. Nafiz ise havadan sudan konuşuyordu….

-Hacı ne zamandır görüşemiyoruz ha ne yaptın o işi ya?
Dedi…
-Napiyim ya yaptık işte bi şeyler dedim…
dedim…

Nafiz, ilgisizliğimin farkına varmış olmalı ki, şu soruyu sordu…

-Ne kadar kira ödüyodun senin eve?
Dedi…

Bu soru karşısında toparlanan zihnim hemen cevabı yapıştırdı…

-450 moruk
dedim…

Nafiz cevabım karşısında şok olmuş olacak ki;

-Hadi yaa çok iyiymiş
dedi…

Yüzündeki gergin ifadeden benim evimle hemen hemen aynı özellikte olan kendi evine 650 lira verdiğini anlamıştım…  

            Nafiz kalkmakta olan vapur’a doğru koştu ve gitti…

Ben ise bir sigara yakıp koşuşturan insanları seyretmeye koyuldum. Hayatın kıyısındaydım adeta. O an, Şahin K’nın görüntü yönetmeni acaba şuan napıyordur diye düşündüm. Ardından Şahin K’ya olan hayranlığımı da alıp, bir çay bahçesine doğru yöneldim. Şimdi kimbilir hangi şehirde, yalnız bir pornocu vardır dedim içimden…

            Gün ağırırken sahilde, aklımda binlerce karışık düşünce ile 1.5 lira bahşiş bırakıp oradan kalktım…