24 Ağustos 2012 Cuma


                                “Gitmem lazım, OCAK'ta yemeğim var da...”
                                                                                  -Devlet Bahçeli-        


Sucuya dedim ki, “bunda bakteri var mı?” “yok abi ne bakterisi, 10 yıllık esnafız biz, olmaz bizde öyle şeyler” dedi… doğru valla, adam bi mahallede 10 yıldır su satıyosa, demek ki sağlam su satıyodur… hele veresiye veren bi dükkansa burası, kesinlikle sağlıklıdır. Benim ki de laf işte, “bakteri var mı…” bu naif, iyi kalpli adamı boşu boşuna üzmüştüm. Telafi etmeliydim, kalbini geri kazanmalıydım. “abi sana bu sefer 5 lira bahşiş veriyorum, onu da hesaba yazarsın” dedim… Adamın suratında gülümseme oluşmadıysa da hafiften bi aklını aldım sayılır. İfadesizce çıktı gitti. Boşu unutmuştu, az sonra geri gelip boşu da alıp tekrar gitti… Borç konusunda sabırlı esnafları severim. Bu tip esnaflara, canım ne zaman isterse o zaman para veririm. Bu gücü seviyorum. Ama bazılarında durum farklı olabiliyor… Mesela borçlu olduğunuz tekel, siz içeri girince, size “nakit alan müşteri”ye davrandığı gibi davranmıyor. Mesela nakit alan adam rahatça, “bi sigara, 3 bira” diyebiliyorken, “siz en azi 7 kere, “abi nasılsın, çoluk çocuk nasıl” filan dedikten sonra cümle arasına “1 sigara, 3 bira”yı sıkştırabiliyorsunuz. Nerde demin ki anlayışlı esnafa karşı yaptığım küstahlık, nerde şimdiki o eziklik….

            Ticaret hayatıma, 7 yaşında, bahçemizdeki leylakları, satarak başlamıştım. Dallarından acemice koparılmış leylakları, yoldan geçen arabalara, tiz çocuk sesimle “leylakleylakleylak” diye bağırarak satıyordum. Evimiz, lüks bir semtte olduğundan çokta iyi para kazanıyordum. O zamanlar, trafikte elinde çiçek satan kavruk arkadaşlar henüz piyasada yoktu. Yaptığım bu şirin ticaretle, kendime hiçte şirin olmayan bir hayat sürüyordum. Bir sürü kola, bir sürü erotik dergi ve bir sürü futbol topu alıp mahalledeki benden daha fakir arkadaşlarıma hava atıyordum. Onlar, benim için sadece burnu yeşil sümüklü, kabak kafalı çocuklar değil, eziyet ettiğim, kola uğruna, inşaatın üçüncü katından, inşaat kumuna atlattığım zavallı yaratıklardı…

            İçimde hep bi kötü adam olduğunu biliyordum. Herkes, itfaiyeci, polis, jandarma filan olmak isterken, ben kırtasiyeci olmak istiyodum. Çünkü o zaman bende mahallemizin kazıkçı kırtasiyecisi, “Kazıkçı Nuri” gibi zengin bir adam olabilecektim. Evet, o yaşlarda, zengiliğin basit yolu bana bu gibi geliyordu… Leylaklardan oldukça iyi para kazanıyordum. Ama bu her sene sadece 15 gün sürüyordu ve sadece 7 yaşında olduğum için de, ek iş bulmak hiçte kolay olmuyordu. bende geri kalan boş zamanlarımda, boğaz manzaralı semtin tepesinde, şişe bira içen abilerin boş şişelerini toplayıp satıyordum. Bu işte gittikçe iyi para olmaya başlamıştı. O yaşlarda, müslümanlıkta alkolün serbest olduğunu zannediyordum. Öyleki günde, 200-300 şişeye yakın topluyordum. Hal böyle olunca, yanıma eleman almak zorunda kaldım. Salak arkadaşım Tarık’ı yevmeyeli olarak yanımda gezdiriyordum. Ona günlük 15 şişe parası ödüyor, kalanını cebime atıyordum. O salakta nedense buna hiç karşı gelmiyor, daha o yaşlarda, kapitalist sistemin kölesi olacağını kabul ediyordu. -Kendisi günümüzde taksicilik yaparak kapitalizme hizmet etmeye devam etmekte- o zamanlar hurdacılardan başka, geri dönüşüm toplayıcaları yoktu. Ben sektöre alternatfi getirmiş sayılabilirim. En azından bizim bölge için gerçekten de bu böyleydi. Ben ve adamım tarık o şişeleri toplamasak, hepsi çöpe gidecek ve o zamanlarda ayrştırma filan falan olmadığı için caanım camlar heba olacaktı…

Bazen dibinde azcık kalmış bira şişeleri de buluyorduk. Bunları Tarık’a içirerek onu sarhoş ediyor ve kendime eğlence çıkarıyordum… Tarık içince çok komik bi çocuk oluyordu. Bir sağa bir sola sallanıp, kulağına parmağını sokuyor ve aynı parmağı diliyle yalıyordu. Bu hareketle aslında Ekmek Ahmet lakaplı diğer arkadaşımızı kendince taklit ediyordu. Evet, Ahmet bunu gerçekten her gün yapıyordu. Bence o bir kulak kiri tiryakisiydi. –günümüzde sigara, aksaray da gazino ve alkol tiryakisidir kendisi- bir keresinde Tarık’ın babası, eve sarhoş gelen oğlunu bi güzel dövmüşdü. Tarık’ın hatırladığı kadarıyla anlattığına göre; eve girip, arabanın anahtarlarını istemiş, Babası’da buna alkollü araç kullanamayacığını söylemiş, fakat Tarık şiddetle ısrar edince, levyeyi kaptığı gibi bunu bi güzel dövmüş… 


Ticaret hayatında vergi sistemini ilk olarak anneme verdiğim haraçla anlamıştım. Çok kazandığımı gören annemle sıkı bir pazarlığa oturup yüzde 18 üzerinden vergiye tabi tutulmuştum. O, bana bu paranın önlük yakası, kalem traşı, okul traşı vb. okul masraflarında kullanılmak üzere geri döneceğini söylemişti... fakat annem bu durur mu. tasarruf kadını mübarek. Her geçen gün yeni bir vergi adıyla paramı elimden alıyor beni iflasın eşiğine doğru sürüklüyordu.... bu sistemde yaşamsal ihtiyaçlarımı karşılamak dışında neredeyse tamamen anneme çalışıyor gözüküyordum. üstelik Tarık'a ödediğim parayı da vergiden düşemiyordum. annem onun annesi bu işe izin vermediği için onu sigortasız sayıyor ve derhal onu işten çıkarmamı istiyordu....

Vergi kaçırmayı ilk olarak annemden para saklıyarak öğrenmiştim. Kimi zamanlar yaptığım yiyecek ve içecek harcamalarını kabartarak vergiden düşürüyor ve onu böylece uyutuyordum. Tarık’ı işten kovup, annelerinden izinli birkaç çocuk bulup yanımda çalıştırmaya başladım. Onlara 5 şişe parası veriyor, anneme, 15 şişe parası veriyorum diyordum... Kapitalizmin ne olduğunu o zamanlar bilmiyordum ama kapitaliz benim kim olduğumu iyi biliyordu galiba. Sürekli para kaçırma yolları buluyordum. O kadar çok param birikmişti ki, onu saklayamayacak hale gelmiştim. Bir banka bulmalıydım. İsviçreye para kaçıramayacığımı anlayınca, isviçre bankalarından vazgeçip, dayıbank’a yani küçük dayıma götürmeye karar verdim. Ne de olsa o beni sever ve paramı korurdu. İşte hayatımdaki ilk dolandırılma ve hortumlanma hikayesi de budur. Dayıya parayı ver, anneden paraları sakla, dayı paraları ye, sen bunu duyunca ağla, anneye “bu yedi paraları” diye anlat, anne git dayının ağzına sıç, onunda maaşına el koy vs. vs. finalde kazanan annem olunca bu işleri bırakmaya karar verdim ve halen o işleri yapmayarak bu kararımın arkasında ısrarla ve gururla durmaktayım...