“İstanbul'da
tifüs, memlekette zelzele, dışarıda harp, ben sana aşığım”
-Sait
Faik Abasıyanık-
Yoğun
hüzünlü bir kış akşamıydı. Mahallenin her sokağı is kokuyor, evlerden soba
dumanı tütüyordu. Sanki “Tanrı mangal
zevki” yapıyordu dünyada. Neticede değil midir o, insanı da, sobayı da yaratan?
Isınmayı, üşümeyi de Allah yaratmış ama ayrılığı insanlar yaratmış. Neyse işte
öyle bir akşamdı. Elimde plastik bardak içerisinde karışık meyve suyu ile votka
içiyordum. Metruk bir binanın önündeki merdivenlere sinmiştim. Tek başıma,
yaşayamadığım aşklarıma içiyordum. Tek başıma “ulan birazdan acıkırsam, son
paramı da votkaya verdim ama” diye düşünüyordum. Cebimde dandik bir radyo
vardı. Bastım düğmesine ambiyansa uygun bir şarkı bulayım dedim, bulamadım.
Serdar Ortaç’tan “karagözüm gül yüzüm, buralarda çok yalnızım” çalıyordu.
Kahretsin! Ne kadar da isyankar ve aşık ve de ayrılıklı sözlerdi bunlar. Ama benim
bir ayrılığım bile yoktu. O zaman anladım ki ben aşkı değil, ayrılığı
seviyodum. O kadar malım, o kadar melankoliğim ki, aşkın salgıladığı mutluluğu,
ayrılığın salgıladığı kanserojen maddelere değişebiliyordum. Neyse işte öyle
oturuyordum, Serdarcım da çalıyor radyodan. Meşhur yancı, kulak kiri yalayıcısı
“Ekmek Ahmet” geldi oturdu yanıma. Cebinden çıkardığı plastik bardağı uzatıp –kendisinin
plastik bardak taşıma gibi profesyonel alkolik alışkanlıkları vardır- “doldursana
bre” dedi. “Ulan” dedim “Amcık, rum muyuz biz, niye bre diyosun?” cevap
vermedi. Ufka doğru, sanki efkarının kelimelerle karşılığı yokmuş gibi uzun
uzun baktı. Ensesine vurdum, “napıyon lan” dedim. “Karı soyunuyo ona bakıyom
salak” dedi. Ufka diye baktığı yere baktığımda “ananı” dedim ve ne göreyim. Oturduğumuz
merdivenin karşısındaki pencerede bir kadın soyunmakta ve nedense bir türlü de
tam soyunamamakta, ufak ufak elbiselerini çıkarmakta. “Ulan” dedim “Ekmek, ne
ayak var sende be. Ben sabahtan beri neler düşünüyorum, sen geliyosun, direkt
soyunan bir karı çıkıyo karşına. Al lan” dedim “doya doya bak ben bakmıyorum, o
senin hakkın. Hem ben ayrılıklardan hoşlanıyorum” dedim ve kafamı çevirdim. Ahmet
kısa bir süre sonra “aha sütyeni çıkardı” dediğinde, çaktırmadan baktım. “ben
memeleri de seviyorum lan” dedim. Ahmet “bende” dedi. İşte o gün anladım ki,
gerçekler bir çift meme kadar acıdır. O zamanlar 16 yaşında yağız bir salaktım.
Şimdi 30 yaşında yağız bir tecrübeli salağım. Değişen tek şey, artık ne
ayrılıkları seviyorum, ne de memeleri. Ben galiba artık hiçbir şeyi sevmiyorum.
Ahmet memeleri dikizledikten sonra, bardağını fondipleyip, gitti. Benimse çişim
gelmişti. Hemen yan binanın duvarına doğru kalktım. Elimi fermuarıma attım. Ama
inmiyordu. Kahrolası paslı fermuar, açılmıyordu. Ve işte o gün anladım ki,
paslı bir fermuar, sizi altınıza işetebilir. Ama passız bir fermuar da sizi
altınıza iştebilir. Netice de o kadar içmeyin. Ve bugün de anladım ki,
sarhoşken yazı yazmayın…
%0 Satış komisyonu, ücretsiz sanal dükkân fırsatı ile Mavi marka ürünler Buypasa’da. Detaylı bilgi için https://ucretsizdukkan.com adresine uğrayabilirsiniz.
YanıtlaSilYeni nesil katılımcı Türkçü sözlük. Kayıt ol, yazar olarak başla!
YanıtlaSilhttps://gokkurtsozluk.com